dr. kahveci, led ışıklar, parlak balkon korkulukları

binbeşyüz km yol yaptık, cumartesiden cumartesiye. sivrice’den, seferihisar’a kadar. 4 konaklama, yolda sayısız durma, yemyeşil bir doğa, salınan ağaçlar, koyunlar, keçiler, horozlar, taş evler, zeytinlikler, rüzgarın sesi, tarihi doku, nefis yemekler, barbun, tekir, kalamar ve otun her çeşidi…

memleketim çok güzel, hala, bize rağmen…

bandırma’dan susurluk’a gidene kadar her yüz metrede bir dr. kahveci panosu sarmıştı etrafı. dr. kahveci pizza, dr. kahveci mantı, dr. kahveci börek, kahvaltı tabağı, çi börek, makarna, türk kahvesi, o bu şu. dr. kahveci de bir duran bir de durmayan pişman. yasa tıklım tıklımdı. ramiz köfte, köftecilikten ramiz park’a terfi etmişti. yollarda çay, közde çay, odun ateşinde çay, yanında gözleme, gözleme, gözleme, gözleme, gözleme demiş miydim, mantı, mantı, mantı, kilo ile köfte, köfte, köfte, köfte, köftee vardı. tabii ki herkesin köftesi meşhur ve tabii ki herkesin köftesi şahaneydi, otantikti, kasap köftesiydi, şuydu, buydu, oydu. köfteyi hepimiz severiz, aşağı yukarı değişik yapılıyor olabilir her yerde ama, köfteden başka yemeğimiz yok mu? hem neden mantı, sanki çok kolay yapılabilen bir yemekmiş gibi heryerde? tatilde herkes mantı mı yemek istiyor? şehirlerin, kasabaların neden kendine özgü yemekleri servis edilmez minik esnaf lokantalarında? o yöresel yemekleri yemek için illa evlere mi knuk olmazk gerekir… gastronomi turizmi dünyayı kasıp kavuruyor biz hala köfte, mantı, gözleme!

esnaf lokantalarında ise patlıcanlı yemekler, mesela karnıyarık, fasulye, pilav, gibi gibi…

binalar ayrı telden; altınoluk’da mısın, mersin’de mi, ankara mı, istanbul mu? şehirleri bölen otoyollar, yavru ağzı renkli  tıpatıp aynı binalar, o binaların minik çatıları, o binaların parlak, yuvarlak metal balkon korkulukları, led ışıklar sarmıştı ege’yi. minicik marketin de vardı led ışığı, sucunun da, otomobilcinin de. dükkani açtık, şimdi de led ışık koyalım. times square’deyiz çünkü.

altınoluk’un eski zamanları bir yana, katettiğimiz yollardaki inşaat, aynı anda da biten inşaatların bomboş olması taban tabana zıt. adatepe’den sahilden sivrice’ye kadar direksiyon salladık. heryer inşaat, her 50 metrede bir, zeytini sök, binayı kondur. sökülen asırlık zeytin ağaçlarının köklerine ağlamadım desem yalan.

hani denizden yüz metre içeride ev yapabilirsin ya mesela, o da yalan. denizin dibine yapılan pansiyonun, evin, haddi hesabı yok. asos yolundaki azalan zeytinlikler yerini betona bırakıyor. maalesef çoğu da karaktersiz çirkin evler. toki ise her tarafta.

eski foça’nın eski tarafı hala güzel, ama yeni foça’nın kafası karışmış. seferihisar’ın kaleiçi tamam, harika, ama waffle reklamı yapan otelimiz de yok değil. kale dışı bir bozulan marmaris örneğiyle karşımızda, yukarıda yazdıklarımla aynı durumda. adatepe korumuş kendini. ama otobüsler dolusu gelen yerli turistlerimiz etrafı pis bırakıp gidiyorlar ya… sanki onların ülkesi değil. anlamak mümkün değil. kozak yaylası nefes kesiyor, bergama, gene eski yerleşim, çarşı gene çok cici, insanı da. ama bir yüz metre sonra koca koca binalar orayı da sarmış.

deniz, zeytinlikler, papatyalar, gelincikler, yer yer kurbağalar, kuşlar, horozlar, rüzgar harikaydı. herşeye rağmen, ege hala çok güzel. bize rağmen. plansız ve umursamaz şehirciliğe rağmen, yok etmemize, tüketmemize, tekdüzeleştirmemize rağmen…

pi.es. ne yedik, ne içtik, onlar da diğer yazılara.