Sabah kovadan boşalırcasına yağan yağmur bitti, ben eve girdim. Üzerimden su damlıyordu.
Pazara artık bahar gemiş, hava önemli değil, topraktan bereket fışkırıyor. Ot getiren teyzelerin tezgahları dolu dolu, her ne kadar bizim ıslanmaktan korkan insanlarımız daha ortada olmasa da, benim gibi yağmuru umursamayanlar hakimdi. Dize kadar çizmeler de.
Tilkişen avına çıkmıştım. Tezgahlar maydanoz, tere, roka, nane gibilerin yanısıra kazayağı, ebegümeci, kuzukulağı, turp otu, hindiba, arapsaçı var, tilkişen yok, tüm pazara sordum, üşenmedim. İki kadın bildi, birinin tezgahında varmışmış ama bitmiş. O kadar yakınlaşıp bulamamıştım. Erenköy’e gel dedi, getiririm sana. Bir umut.
Diğer tezgahlar da da çiriş, sultani, enginar ve sarısak, sarımsak, sarımsak. Pazar da sarımsak kokuyor, yağmur izin verdiğince. O en yaşlı amcanın tezgahından da kucağımı çiçeklerle doldurdum. Karadut dolu. Yeni mahsül soğan da düşmüş tezgaha. İç bakla, enginar, taze soğan tam zamanı, tam lezzeti, tam!
aşçının komik olasılıklar sesi: soru sormayı seven bir teyze ben o çiçekleri alırken, onları ne yapacağımı sordu. kavurmasını yapıcam dedim, yoğurtlusu da güzel olur…