eski tarif defterlerimi karıştırıyordum, bir tarif peşindeydim. 2007 veya 2006’da yazdığım bir yazı dikkatimi çekti. hep yanımda defter taşıdığıma birkez daha sevindim. ama tarih atmadığıma da kızdım.
kırklareli’den dönüş yolculuğumu anlatan bir hikaye, otobüste yazdığımı hatırlıyorum…
“otogar temiz, düzenli. otobüslerin kalktığı taraf ne kadar canlıysa dış taraf da bir o kadar sessiz. yeşil bir çimenlik ortada, solda lokantacılar, sağda peynirciler (ufacık bir karalama yapmışım kroki gibi) helvayı unutmamalı. şehrin genel görümünden öte insanlar çok sıcakkanlı ve yardımseverler. öyle görünmeyenler ise Kırklarelili değil.
istanbul seyahat’in son model olmayan, olmadığı için de koltuk araları bir hayli geniş, kliması adamı ‘yaşlı adama çeviren’ muavini güleryüzlü ve her durduğumuzdan sonra fısfısla etrafa -halılara- az parfüm sıkan; kaptan ise aralarda klimayla ilgili soğudu mu diye soran, keyifli bir anadolu seyahati geçirdim.
babaeski’de durduğumuzda otobüse bir simitçi atladı. lüleburgaz’da ise önce paketlenmiş kuruyemiş, sonra sıcak çıtır simit satan, sonra krem bunlar diyen beze satıcısı, sonra tazecik diyen kesekağıdında yeşil erik satıcısı… ondan önce de kırklareli’de tertemiz bir tepsi içinde kıtır çıtır tazecik eski usul nane şekeri satan amca görmüştüm. çok fazla birşey alan olmadı, zira otobüsün çoğu aşağıya sigaraya inmişti.
özlem içinde bu yaşayan dokuya bakakaldım. uçaklarla, büyük otobüs firmalarıyla steril seyahatler yaparken bu dokudan ne kadar uzaklaştığımızı hissettim. durulan yerler bir şekilde çıkış yerindeki şehirleri andırıyor. yenilen yemekler, yenilen yerler aynı. otobüslere yaklaşan yok. ölü bir satıcılık var. bu molalarda yolcuların çoğu bilinen, evlerinde de tükettikleri markaları tüketmeye teşvik ediliyor. esnafın etrafında yer ettiği yollar kapatılıp, tüneller, otobanlar inşa ediliyor. road trip, yeni yolculuk da medeniyetten hakkını alarak modernleşiyor. ama modernleşme adı altında olan gelişmelerin kültür dediğimiz, sosyoloji dediğimiz olguyu öldürdüğü, tükettiği gözardı edilerek. anadolu ve insanı ile bağımız kopartılıyor. tek kültür, yoktan var olan, geçmişi ve değerleri olmayan bir benlik bize aşılanırken…”