Sonbaharın renkleri içinde kaybolmuşken, güneş pırıldarken, dünden kalan çöplerin saf tuttuğu Rumeli Salonu oklarını takip eden merdivenden inerken, kulağımda Iron Maiden’in lirik, enerjik, muhteşem rifler ile süslü albümünü bangır bangır dinlerken gördüm onu, siyah ve kahverengi bir tümsek. Bir son.
Bir pamuk ipliği, ile bizi ayıran, o hayat ile, aslında ne kadar da zor elimizde olanı, sahip olduklarımızı korumaya çalışmak gerçekliği ile yüzleşmek. Çok çalışmak, nefsine hakim olmak, bırakmamak. O, bir pamuk ipliği. Martin Gore’un yazdığı gibi, “gotta move on sometimes, and it’s about time, by putting one foot in front of another and repeating the process, cross over the street, yo are free to change your mind, strength through diversity couldn’t have put it more plainly.”
Üç çeşit kurulan zeytin, mevsimin ilk brüksel lahanası, Selefkia Aküzüm orange wine, ısınırken çıkarttığı cızır sesler ile arka plan tavaları, superstitious ve fox in socks, korsanlar reisi canlandırmalı, takiben bunu yazarken counterfeit, son yazının üzerinden geçen altı(?) sene…