Yalıkavak pazarında sabah değişik hallere büründüm. O eski pazarlar gözümün önündeydi, annem deyip duruyordu bozuldu bozuldu diye, ama ne bileyim inanasım gelmemiş sanırım.
Istanbul pazarı gibiydi, o köy, kent, köylü hali kalmamış. Yetmezmiş gibi etrafta bileğinde herşey dahil sistemlerin bileklikleri ile dolaşan ucuz Fransız, herşey efransız turistler de cabası. Bir iki tezgah dışında çoğu ürün Alanya, Antalya’dan, yerlilerin ise seralarından Milas’tan geliyordu.
Bu siteler kurulmaya başladığında, daha yollar yapılmamışken, daha kimse ortalarda yokken, Çimentepe’de salaş lokantada cırık yerken, 28-30 yıl kadar önceyken… Köylüler getirirlerdi tarlada ne varsa, yeterdi, ucuzdu, gerçekti tüm meyve sebzeler, topraklı kökler, mis kokan pazarlar kurulurdu…
Yalıkavak’da bir çorbacı, bir bar varken. Göç almamışken, barda çalışanların saçı uzun, gözlüğü beyaz, müzik 80’lerken. Herşey daha güzelken.
1990’larda ise, Gece 10’da Depeche Mode dinleyerek, virajlı yollardan Bodrum’a inerken, Hadigari, Ora, Körfez’de sabahlayıp, elimize ayakkabımız alıp plajda yürürdük sabahın ilk ışıklarında. Sokaklar bomboş, bir iki gececi bizim gibi. Kendimize gelince de eve döner öğlene kadar uyur, sonra deniz, sonra gece gene aynı. Her gece. Tüm yaz.
Dün Ora Bar’dan geçerken karşılaştık, eskiden bize kızan, zıplamayın üst katta diyen, o zaman pek de takmadığımız kişiyle, şimdi özlemle baktım yüzüne. Hala duruyor Ora. Üst katı da. Kimse yıkamamış. Hadigari yok eski yerinde, o minicik penceresinden içeri daldığımız yerde. Kalenin arkasına taşındı, gitmedim sonra, bilmiyorum nasıldır.
Penguen’in karadutlu, balbademli dondurmasını yemekten kendimi alamazdım, Halikarnas’a doğru giderken, hemen yokuşun başında soldaydı, sonra taşındı, sonra bozdu, sonra kapattı… Tadı damağımda, hatıra kaldı. Kortan’da yediğim kalamarlar, karidesler, ah ah…
Ne saysam, kapandı, bozuldu, yitti, gitti, o minicik sokak aralarındaki mavi pencereli pansiyonlar, mini barlar, Jazz cafe…
Sonra kalabalık geldi, tüketti, tektip eğlence yayıldı, kapladı dağları taşları beyaz evler gibi etrafı. Rengini, dokusunu, sesini, kokusunu aldı. Gelişmedi Bodrum, yozlaştı. Bodrum’u yeni tanıyanlar onu böyle bildi, böyle sevdi. Ben ise eski halini görüyorum ona bakınca hala, kaleyi ilk gördüğüm anki heyecanımla…