takıntılı bir insanım ben. konserde kimse konuşmayacak. yanımdaki hele hiç konuşmayacak. şapırşupur öpüşmeyecek, hele de nils petter molvaer solo trompet çalarken. git başka yerde öpüş, sessiz öpüş, gözgöze dizdize dur banane ama yeter ki ses yapma. sus. sessiz ol. diğer yanımda duran bu da sana, rica edip sessiz ol deyince bana düşman gibi bakma!!! müziğin düşmanı sensin, müzisyene saygısızlık eden de. sus. saygılı ol. ailenden görmedin madem benden öğren. fısıltı ile konuşunca sessiz olmuyorsunuz hem, çünkü bağırıyorsunuz. konuşmayın, arayı bekleyin, bekleyemiyorsanız dışarı çıkın. yeter ki susun. herkes sussun, sahnedekilerin dışında herkes. bardakiler de. susun!!!
tüm konserler aynı. nerede olursa olsun. eski seyirciler çok azaldı artık. yeni nesilde ise konser kültürü yok. öğrenmeye de çalışmıyorlar zaten. gece dışarı çıkmak ile konsere gitmek – barda eğlenmek arasındaki farkı bilmiyorlar da. hangi müzikte nasıl davranılır, ne zaman susulur onu da. avazın çıktığı kadar bağırıp şarkıya eşlik etmek şahane birşey ama herşeyin bir yeri zamanı var. nasıl tiyatroda da susup oturman ve seyretmen gerekiyorsa bazı müziklerde susup seyretmen gerekiyor… aman kime konuşuyorum…
aşçının sesi: en güzel koli içinden zeytin ve zeytinyağı çıkan kolidir. aşçının menüsü: brüksel lahanası, guanciale ile pişecek, sarımsak unutulmayacak. yanına belki bir portakal salatası uydurulacak, bakalım…