mardin

Mardin’i düşününce hafızamda Rıdo canlanıyor…

2008 şeker bayramı, Mardin’deyiz. Bayramın 2. günü Rıdo dükkanını açıyor. İçerisi soğukça. Ocakta kül bile yok… Zor oluyor yakması, bir yelpaze edasıyla sallanıyor kalınca bir karton parçası. Öbek olmuş kömürleri yakmak istercesine.

Tezgahın üzerinde kullanılmaktan yenmiş bir kalın tahta blok ve zırkla bıçak kıyması haline gelmeye başlayan et yığını.

Bir ateş hışırtısı, arada çatlama ve patlamalar.

Zırkın tahta üzerinde yağ gibi kaymasının sesi.

Ben kapıdayım.

Önü cam olan vitrinin kepengi yarım açık.

İçerisi tertemiz, sade ve huzurlu.

Saatleşip, ayrılıyoruz, aşağı çarşıya doğru yürümeye devam ediyoruz.
Sonra kaybolmak için giriyoruz içerilere, o güzel taş şehrin bizi yutmasını istiyoruz.
Güneş okşuyor sırtımızı.

Ikhliçe kokuyor sokaklar, peksimet kokuyor.

Sabuncu Mehmet Ustanın dükkanı, çeşit çeşit telkari sanatçılarının emekleri ile süslenmiş vitrinler, fırınlar, kuruyemiş dükkanları, minik mahalle berberi, arada lokanta diyemeyeceğim cafeler, herşeyi satan cinsten. Yukarıdan aşağıya gidiyor, renkli, kalabalık, kendine özgü.

Çarşı kalabalık, dükkanlar hem kapalı hem açık. Sonbahar da gelmiş ama aynı zamanda yaz da. Leğenler içinde biberler de duruyor, narlar da olmuş ve düşmüş sinilere. Labirent sokaklardan yürüyoruz aşağılara doğru, kapıların önünde halk merhabalaşıyor arada. Ev hanımları ise genelde ya kaçıyor – elimizdeki koca objektifleri görünce – ya da eve davet ediyor.
İçlere girdikçe daha da sakinleşiyor ve mahalle çocukları ortaya çıkıyor.

Arada kilise çanları yükseliyor, arada minareler. Şehidiye Camii, Mor Şimuni kilisesi, Mor Benham Kilisesi, Zinciriye Medresesi, Ulu Camii, Abdüllatif Camii, Surp Kevork Kilisesi… İç içe, yan yana, duvar duvara, Mardin’in sonsuz dehlizlerinde serpiştirilmişler aralara.

Turist gibi hissetmiyorum, sanki herkes beni tanıyor ve sanki güvendeyim. Kapısında Şahtanalar’ın evi yazan PTT binasının önünde eşim fotoğraflarımı çekiyor. Büyükbabam ve babaannemin yaşadığı evin önünde fotoğraflarımı. Mardin taş işçiliğinin en güzel örneklerinden, 1953’den beri PTT binası orası. Düşünüyorum acaba büyük büyük dedem ve büyük büyük babaannem, büyük amcalarım burada nasıl yaşamış diye, o zamanlar nasılmış acaba burası…

Yıllar geçmiş, bir tane Şatana kalmamış olsa da taş işçiliği yıllandıkça güzelleşiyor sanki. Hele güneşin ışıkları, sarıya ve kırmızıya bulanmış güneş batış saatlerinde, büyülü bir hal alıyor Mardin.
Erdoba Konakları’nda oturuyorum, Mezopotamya ovasına karşı bir de nargile söylüyorum, akşam ışıkları yutmak üzere.

Bir tatlı huzur çöküyor içime.

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *