Her anne çok güzel yemek yapar.
Annelerin ve anneannelerin eli altındır.
Minik teras mutfağımızda pişen yemeklerden hatırladığım en başta bıldırcın geliyor. Sanıyorum ortaokuldayım. İki tane bıldırcın getirirdi, nerden bilmezdim. Yıllar yılı kullandığı büyük bir çelik tencereye zeytinyağı koyar sonra da bıldırcınları burda yüksek ateşte her iki tarafı nar gibi kızarana kadar pişirirdi. Zeytinyağımızı Ayvalık’tan getirtirdi. Manda sütünden tereyağı ise buzluğumuzdan hiç eksik olmazdı. Erzincan deri tulum yerdik. Sucuk ise bez sucuk idi, şimdilerde tekrar görmeye başladığım Tokat Aşık Baba bez sucuğu. Ekmekler kocaman ve esmerimsiydi, şimdinin köy ekmekleri. Yeşillik ise soframızın en önemli yerinde olurdu. Koca salatalar yapardık. Dakikalarca marul, kıvırcık, maydanoz, tere, roka, nane, taze soğan, turp yıkardık, Ankara’nın soğuk sularında ellerimiz donardı. O zaman göbek, iceberg yoktu, iyi ki de yoktu, zaten sonradan da sevemedim o tembel salata malzemesini.
Annem en iyi sandviçi yapan insandır tanıdığım, Basri sandviçi idi adı. Bunu annemle uydurmuştuk. Fatoş ve Basri vardı o zaman gazetede bir minicik köşede, karikatür, Basri hep kocaman, tüm buzdolabının içine sığdırdığı sandviçler yapardı ve yerdi.
Annem bir zamanlar herşeyi yediği için evde en kalitelisinden şarküteri bulundururdu. Salamlar şimdiki gibi lezzetsiz değildi, yağlı ve antep fıstıklı olanlardan ve içinde top biberler saklı olan ve incecik kesilince ince yuvarlak biber dilimleri kalan salamlar alırdı. Hatırlayınca tatlarını, mortadella gibiydi diyebilirim.
Annem bürokrattı, çalışkandı, 1970’lerde tek başına bir kız çocuğu büyütüyordu. Akşamları evde ansiklopedi maddeleri yazardı, yanında da dolmalar sarardı. Haftasonları basketboldan gelince hep evde güzel bir koku karşılardı beni. Bu ya bir elmalı turta idi, ya bi reçelli rulo, ya ballı cevizli kurabiye, ya da dereotlu ev poğaçasıydı, tabii daha neler neler. Kolej’e annemin elmalı turtasını nasıl ve ne çok taşımışımdır, okulumun dili olsa da söylese! Çok ünlüydü Tuba’nın annesinin elmalı turtası!
Balık ise hep vardı hayatımda, sadece balık olarak de değil. Ahtapot pişerdi evde, kalamar ve sübye ayıklanırdı, salatalar yapılırdı.
Seneler sonra büyüdüğümde de annem oldu bana öğreten rakı içme adabını.
Çok güzel rakı içerdi, Kulüp Rakı. Ve kahveyi, aşkımı, annemden öğrendim, gördüm, kokladım.
Annemle gezdik, ben minicikken başladı seyahatlerimiz, tüm Ege ve Akdeniz kıyısını. Annemle ilk tekneyle açılmışızdır, ilk ve son deniz tutması da annem yanımdayken olmuştur.
İlk plaklarımı Dual pikapta, Beatles’ı, ilk operamı, ilk klasik müziğimi, İlk Frank Sinatra’mı annem ile öğrendim. Kadın zevkli ne yapalım.
Anne kitap kurdu. İlk Halikarnas Balıkçısı, ilk Latife Tekin, ilk Mario Simmel, ilk Mike Hammer… O daha ağır kitaplar okurdu, yazardı birşeyler, araştırmalar yapardı. Ben de bişeyler okur dururdum. Doğan kardeşler vardı. Asteriks’ler eksik olmazdı.
Annemle beraberken, hep yerken, içerken, koklarken, okurken, dinlerken….
Şimdiler’de Yalıkavak’da yaşıyor, aynı evi paylaşmıyoruz ama telefonda da olsa tarifleşiyoruz.
Arada beni ziyarete geldiğinde de ben ona yemek yapıyorum, o öylesini seviyor. Ben de anneme yemek hazırlayabilme şerefine erişiyorum…