havanın güzelliği beni benden alırken, umberto eco’nun foucault sarkacını okumaya yeniden başlarken, vapurda herkes fotoğraf makinesi çıkarırken, olumlu olumsuz birsürü tınısı olan gün devam ederken…
yazıcam bak duramadım: o gelip benim yazmadığım kitabı yazıyor, ben burada o kitabı yazamıyorum. kazmalık. (kazma kelimesi tam oldu buraya, bunu bana söyleyen kendini biliyor, çok haklı, sonuna kadar…)
şaka gibi oldu bugün, adına yakışır, oturduğum sandalye kırıkmış, ben de sandalye parçalara ayrılırken onunla beraber entegre bir biçimde erir gibi yere yapıştım. garip bir his.
sadece sarımsak çorbası içip, pikeyi üstüme çekip, kedilerimi de onun üzerine koyup , film seyretmek istiyorum. ama öyle birşey olmuyor tabii.
aşçının notu: trafiksiz istanbul, sen ne güzelsin, keşke hep olsan. aşçının notu iki: bugünün en güzel yazısı bu oldu bence. aşçının notu üüüç: azıcık kalan kuzulu enginar yemeği ve Kantin ekşi mayalı ekmek, kızarmış, hafifçe tabağa zeytinyağı gezdirilmiş… aşçının çok sıkkın sesi: seyahat etmeyince ben şehrin derinliğinde gömülüyorum, kaçmak istiyorum, yok olmak…