hangi zamanda yaşıyoruz? hatırlayalım; elimizde son kalan güzellikleri, doğayı, yemeği, üreteni, gerçek olanı korumak, kollamak, bencil olmayıp bizden sonrakilere iyi, doğru, adili anlatabilmek zamanı. kişisel kazançlar uğruna değil, gelecekler uğruna, ele geçen her fırsatta, verilecek her mesajda, iyi, kötü, çirkinin belirtilmesi zamanı.
o suni ile bu gerçeğin arasındaki ince çizgi.
tam bu dönüm noktasındayken, birçokları gene mutfağa girmişken, ocaklar yanmış, yemek tercihleri değişmeye başlamış, buzdolabında ve erzak rafındaki ‘bu üzerinde yazan maddeleri tanımıyorum’ endişeleri alevlenip, çöpü boylamışken kendini yemek sanan şeyler, yüzümüze biraz kan gelmişken, gerçek üretici pazar bulabilmeye başlamışken… bizler kapıyı aralayabilmişken…
Şef Maximilian J.W. Thomea, birçok Türk’ten daha çok Türk mutfağına sahip çıkması ile ünlendi, şefim, o knorr tablet yoktu ki bizim mutfakta, naaptın?
Şef Vedat Başaran, Türkiye’yi yabancı ülkelere, devletlerin sofralarına soktu, bizi çok gururlandırdı. ama o cikletin reklamları, benim içimi acıttı şefim.
Gurme Vedat Milör’dan sonra birçoğuna şevk geldi, herkes bloglar yazmaya, yediğini içtiğini anlatmaya başladı, özendi, kendine gurme dedi gene birçokları. ama o Namet’in pastırma reklamlarına çıktı. ki kendisi gerçek pastırma ile Namet pastırma’nın arasındaki farkı bilirdi?!
Sana reklamlarındaki Hülya Koçyiğit, o margarinin içinde ne var bilir misiniz? size de bir büyüteç versek acaba, bu reklamlarda oynayıp, nice anne babaları, nice çocukları yanlış yönlendirdiğinizi kabul eder misiniz?
oldu mu! olmadı! Olsundu’lar değil, zaman.