o an…

Kendime bir kadeh şarap doldurup yazmaya başladım. Kaybettiğim bütün anlar için yazmak isteğiyle doluydu içim. Dışarıya çıkmaya çalışan, ve bana benden daha çok inanan bir içgüdü hakimdi etrafımda.

Mor koltuğun altına eğilip dışarı çıkarırken onu, biliyordum sanki, biliyordum, güzel ve iyi bir hayattı benimki. Şarap da fena değildi ama cabernet sauvignon olarak daha iyisini mi beklemiştim. Olsun, şu an önemli olan atmosferdi zaten.

İçime kısılıp kaldığım zamanlarda sarıldığım evim, üstüme gelmeye başlamış ve beni içine hapsetmek ister gibi kükrüyordu. Hafta sonu içtiğim şampanyanın kabarcıkları gibi kalkıyordu içimdekiler, çalışma özlemi duyuyordu benliğim. Tımar etmek bir yana dursun, beynim de ona eşlik ediyordu. Sıkılmıştım, ilaçlardan, evden, yapamadıklarımdan. Vakit yapmak zamanıydı. Daha da ileri gitmeden, yapılması gerekenler çoğalmadan, uçmadan, gitmeden, ya da beni kendi sinesine çekmeden.

Dünya, senin onu kabullendiğin kadar seni sindirir, ne çok ne az. Kendin yaratırsın, biçimlendirir, yoğurursun yerini.

O an bunun için önemlidir, dünyadaki yerini kesinleştirmek için bir nevi sağlamadır o an.

Davranmak gereklidir, kalkmak ve buradayım demek…

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *