Pazar dinamikleri
01.03.2015, Radikal
Pazarı şöyle bir dolanmak için çıkıp da, torbalarla eve döndüğüm az değildir. Ahmet’e selam ver, Veli’ye merhaba de, o elmaya göz süz, bu portakal mı greyfurt mu, marul mu kıvırcık mı… Az ondan az bundan derken, ki az almak zordur pazarda, ikna kabiliyetinin yüksek olması gerekir, el kol dolar…
Severim semt pazarlarını oldum olası. Her ne kadar dört mevsim pazarlarımızda bulunan domates, kabak, biber, patlıcan tezgahlarda boy gösterse de, mevsimlerin değişmesini izlemek mümkündür pazarlarda. İstanbul’da bahara geçiş dönemi yaşadığımız şu aralar, benim karnabahar, pırasa, brokoli ve kerevizden artık sıkılmış olduğum zamanlar da olsa, tezgaha bezelye, bakla, enginar düşmedikçe yapacak bir şey yoktur zaten. Beklemeye devam edilecektir.
Aralık ayında Kuşadası ve Selçuk pazarındaki körpe cibes, bembeyaz şevketi bostan ve mini mini enginarlar gelir aklıma, az daha sabır, bahar geliyor, damağımıza bir parmak bal çalmaya.
Ev kadınları için bir sosyalleşmedir pazara gitmek, özellikle semt pazarlarına. Hepsinin bir saati vardır bir de alışveriş tarzı. Pazar alanları ev kadınlarının uygulama alanları gibidir, teoriden uygulamaya geçip, kendilerini geliştirdikleri laboratuvarları gibi.
Genelde tüm pazarı bir baştan bir başa yürür, yürürken de tezgahlardan beğendiklerini gözleriyle işaretlerler, fiyatlarını ezberler ve ne hikmetse unutmazlar. Dönerken de en alta en ağır ürünü alıp koymayı, üstüne de az ezileceklerden, ezileceklere kadar bir kule çıkmayı becerirler. Bütün bunları yaparken de ona buna laf atmaya da, yemek tarifi paylaşmaya da vakit bulurlar.
Bilmedikleri bir ot görünce, bilen birine yanaşır önce sağlığa ne yararı olduğunu sorarlar, sonra nasıl pişirmek gerektiğini, eğer konu otsa zaten satıcı onu soğanla kavurup yemelerini salık verecektir. Her otta yaptığı gibi.
Pazar arabaları dolmaya yakınken, artık arabaya sığmayan ürünleri, torbalarıyla arabaların metal kısımlarına bağlar, alışverişlerine kaldıkları yerden devam ederler de renk vermezler ne kadar çok aldıklarının. Hem zaten ucuz alınmıştır, gelinler damatlar torunlar gelecektir, yenir yenir…
Her adımda yanlarına sivrisinek gibi yaklaşan ‘taşıyalım mı teyze’cileri ustalıkla kovuştururlar da teslim olmazlar. Her şeye yeter onlar.
Pazarlık etmeyi de bilirler ama ara sıra tezgahtarın al abla ‘üç kilo 5 lira’larına da boyun bükerler. Bunlar genelde İstanbul’da semt pazarlarında karşılaştığım tonton teyzeler, ev hanımları ve profesyonel pazarcıların alışveriş düzenleri…
Göztepe Pazarı veya Selamiçeşme Pazarı olarak da bilinen pazar benim favori yerlerimdendir. Her pazar görmek isteyen yabancı misafirimi de kolundan tutup gezdirdiğim, televizyon programlarına çıkarttığım. Onlar da esnafın bu güler yüzüne ve benimle olan sohbetlerinin şen şakraklığına tanıklık etmişlerdir. Eskiden tren yolunun üzerinden geçen köprüye çıktın mı bembeyaz brandalı pazarı ve dut ağaçlarına bağlanan brandaları seyretmek mümkün olurdu, sonra demiryolu inşaatı ile katledildi o ağaçlar…
Nerede kalmıştık, pazarlar kuruldukları semtlerin de alışveriş dinamiklerine göre hareket ederler, Göztepe Pazarı’nda saat 9.30’dan önce tam açılmış tezgah bulamazken, mesela Feriköy Organik pazarında o saate kaldın mı geç kalmış olursun.
Feriköy pazarına gelenler ise semt pazarlarına gelen profilden tamamen farklıdır. Daha gençtir pazarın yaşı, daha beyaz yakalı, daha pazara gitmeyi ve sağlıklı ürün almayı kendine görev edinmiş bir kitledir. Bir de gerçek sebze meyvenin tadını özleyenler, çiftçileri destekleyenler, organik ürüne, emeğe saygı gösterenler.
Öyle semt pazarlarındaki gibi tralala gezinmezsin Feriköy’de, alışverişini bitirip çıkarsın. Zamanları mühimdir gelenlerin, öyle pazarda harcayacak uzun vakti yoktur birçoğunun.
Aslında organik pazara gelip de tüketici mantığıyla ne ürünün ne de üreticinin farkına varmayanlar da oluyor, alalım gidelimciler diyelim. Salatalığın önünde durup da salatalık yok mu diyenlerden, her şeyi mıncıklayıp en iyiyi alma stresiyle ilk bıraktığını alanlar, benim tezgahtan uzaklaşıp, onların alışverişlerini bitirmelerini beklediklerim.
Ama her şeyden önemlisi, o çıtır çıtır, taptaze, gerçek, lezzetli meyveler, sebzeler, otlar ve onları yetiştirenlerle dolu bir pazar. İçimi açan, evimi ve soframı şenlendiren, bereket getiren…
Benim manav geçenlerde gene sordu, sen yemek pişirmiyor musun diye, ondan alışveriş yapmıyorum diye evde yemek pişmiyor sanıyor. Pazara gidiyorum dedim, Cumartesileri, Feriköy’e. Eh, sevmedi cevabımı ama olsun, onun da gönlünü almak için arada bir iki alışveriş yapmıyor değilim gerçi…